Putları Yıkmak: ‘’They Live’’ Filminin Anlattığı 7 Hakikat
Hayatımız boyunca sürekli bir şeylere karşı inanç besleriz. İdeolojik bir görüşe, bir takıma, iyi bir geleceğe veya tutku dolu bir aşka… Bu dünyada et ve kemik yığını olan bizlerin neden var olduğunu anlamak ve anlamlandırmak için sürekli bir hakikatin peşinde koşarız. Ancak hakikat diye adlandırdığımız şeylerin onları elde edip sindirdikten sonra asıl aradığımız şey olmadığına kanaat getiririz çoğunlukla. Baudrillard’ın dediği gibi her şey simülasyondur belki de. Hayallerimizin bile gerçekten hayalimiz olup olmadığını bilmediğimiz hayatımızda peki hiç mi yanlış şeyler peşinde koşmayız? Hep biz mi haklıyız? Ya da bizim arzumuzmuş gibi önümüze sunulan gerçeklerin belki de daha büyük bir egemen güç tarafından servis edilen ve bizim kullandığımız içi boşaltılmış inançlar sisteminin bir oyunuysa? Bizim büyük çaresizliğimiz başkaları için bir oyuncaksa ve sadece buz dağının suyun üstündeki kısmını görmemiz isteniyorsa? Ama asıl mesele veya büyük yıkımımız gözümüzün önüne TV, reklamlar veya bürokratik güçlerle kapatılan perdenin bir anda kalkması ile yaşayacağımız boşluk değil midir? Hayatımız boyunca tapınıp durduğumuz putları bir gün kendi ellerimizle yıkıp kırmak gerçekten çok zor mudur?
İşte ‘’They Live’’ filmi ile yönetmen John Carpenter sinema sanatıyla bu şekilde anlatıyor durumumuzu. ‘’They Live’’ bütün dünyanın bir dönemeçte olduğu Sovyetler’in yıkılmak üzere ve komünizmin işlememiş bir sistem olarak kapitalizim karşısında yenildiği, Carpenter’ın kariyerinin düşüşe geçtiği ve Amerika’nın giderek muhafazakarlaştığı, inançlarımızın yok olmaya yüz tuttuğu bir dönemde hem sert bir sistem eleştirisi hem de bir sistemden çıkış yolu olarak bize umut oluyor.
- Kirli Kural: Altına Sahip Olan Kuralları Koyar!
İşsiz olan Nada büyük şehre gelir ve düzgün bir iş bulma inancındadır. Amerikan Rüyasının getirmiş olduğu bireyselleşme ve güvensizlik herkese hakimdir.Tıpkı günümüz Türkiyesi gibi. İş bulma kurumuna ilk giriş yaptığı sahnede yanından sakat bir insanın da geçtiğini görür. Toplumda ister engelli olsun, ister muhafazakarlaşan Amerika’nın ötekileştirilmiş çocukları olan siyahiler olsun, herkesin bir umudu ve bir inancı vardır. Herkes geçim sıkıntısından ve hayatta var olabilme umudundan kaynaklı bir arayış içerisindedir. Filmi izleyen biz seyirciler olarak da kendi hayatımızla direkt olarak özdeşlik kurabiliriz. Doğduğumuzdan bu yana sürekli olarak bir şeylere inandık ya da inanmak istedik. Bu geçim sıkıntısından kaynaklı olabilir ya da başka bir sebeple ama sürekli bir şeylere inandık ve umut ettik.
Toplum içerisinde işsizlik fazladır. İnsanlar sabahtan akşama kadar televizyon başında uyuşmuş bir şekilde moda programları izlemekte ve farklı hayatlara özenmektedir. Örneğin Nada isimli karakterimiz sokakta kaldığı bir sırada karşı binadaki bir TV ekranı gözüne ilişir. Televizyondaki genç kız ilerde yıldız olacağına ve herkesin ona hayran olacağı hayaline olan inancını anlatmaktadır. Herkes kendince bir Amerikan Rüyası yaşamaktadır.
2.Hayata Karşı Yarış!
İnsanlar uyuşmuş bir şekilde televizyon izleyip dururken, hayat akmaya devam etmekte insanların çoğu sokaklarda yaşamakta veya yaşamaya çalışmaktadır. Kapitalist patronlar tarafından konulan kuralların ve toplumun bir kesiminin ferah bir hayat sürerken diğer kesimin ise işlerini kaybetmeme korkusundan dolayı köle gibi yaşadığını görürüz. Aslında proleterler de durumun farkındadır. Ancak hayat mücadelesi ailelerinden uzakta olmak ve işsizlik korkusundan dolayı hakikati görmezden gelirler.
3.‘’Kuralına Göre Oynayan Kazanır’’ İlüzyonu!
Nada isimli karakterimizin toplumun kurallarına uyduğunu ve ‘’Amerikan Rüyası’’ inancında olduğunu gözlemliyoruz. Eğer çok çalışır ve fırsatları kovalarsa o da bir gün o rüyayı yaşayacağı inancındandır. Beyaz bir Amerikalı olarak aslında filmde Nada karakterinin Amerikan halkındaki muhafazakar kesimi temsil ettiğini düşünebiliriz.
Komün bir şekilde mülteci gibi yaşayan topluluk yaşadıkları aciz hayatlarına rağmen derme çatma bir televizyon başında oturup hala spor programları veya moda programları izlemeye devam etmektedir. Aslında filmin isminden de anlaşılacağı üzere ‘’They Live- We Sleep’’ Yaşıyorlar- Biz uyuyoruz tam olarak bu sahnede gözlemlenmektedir. Yaşadıkları kötü hayata rağmen uyuşturucu bağımlıları gibi televizyon bağımlısı olan insanlar, anten yayınının bir anda kesilmesi ve ekrana çıkan sakallı bir karakterin gerçeklerden bahsetmesiyle birlikte hepsi başlarının feci şekilde ağrıdığını hissetmektedir. Bu durum da insanların gerçeklerle yüzleşmek konusunda aslında ne kadar aciz ve çaresiz kaldığını gösterir. Çünkü gerçekler can yakar ama uyku her zaman huzurludur. Uyuşturucu artık o kadar karakterlerine işlemiştir ki bu adamı duymak dahi istemezler. Karakter kalkar ve hemen televizyonda başka bir kanal açar. Ve bu kanal bir spor programıdır!
4.Otoriteyi Sorgulama!
Bu arada televizyon, dergiler, reklamlar yoluyla uzaylılar (sistem) tarafından sürekli olarak kontrol altında tutulan uyuşturulmuş halk, sürekli olarak da helikopterlerle ve polisler tarafından da gözetlenmektedir. En ufak gerçeği görmeye yönelik faaliyet gördüğü anda müdahale etmektedir.
Bu küçük drone robotlar da yine havadan insanları ahlak bekçisi gibi gözlemlemektedir. Yine kendi hayatımıza dönüp baktığımız zaman polislerle veya yasalarla özgürlüğümüz kısıtlanmaktadır. Ancak bu küçük dronelar, toplum olarak bizim yazılı olmayan örf ve adetlerimiz, törelerimiz izlenimi yaratmaktadır. Yine aynı şekilde ilerleyen sahnelerde Nada’nın gözlüğü taktığı sırada insanların kollarındaki saatlerle ilgili yerlere bildirmesi de bizim örf, adetler veya dedikodular gibi çağrışımları bizde yaratmaktadır.
Orijinal bir Amerikalı iken ve ‘’Amerikan Rüyası’’ safsatasının etkisi altında olan Nada isimli karakterimiz benim hakikat gözlüğü olarak adlandırdığım bu gözlüğü taktıktan sonra aslında o güne kadar doğru olarak kabul ettiği her şeyin yalan olduğunu görür ve tam bir şok geçirir. Artık politikacılar, beyaz yakalılar, sosyetik burjuvalar, reklam tabelaları, dergiler, gazeteler her şey Nada’ya gerçeği haykırmaktadır.
5.Para Senin Tanrın!
Şatafatlı ve rengarenk dergiler, reklam tabelalarının altındaki gizli mesajları gözlük sayesinde görmeye başlar. Her yerde İTAAT ET, SATIN AL, SORGULAMA, EVLEN VE ÇOĞAL yazan gizli emirler bulunmaktadır. Gördüğü gerçekler Nada’yı cinnet geçirecek duruma getirir. Polisle çatışır ve yüzü iskelet gibi olan insanları vurmaya başlar.
6.İtaat Et!
Kendi içimizde hazmedemediğimiz yalancı hakikatler zincirini başka insanlara aktarmaya çalıştığımızda aynı Nada gibi fiziksel olmasa da psikolojik yumruklar yeriz çoğu zaman. Çünkü insan inanmak ister ve kolaycılığa alışmıştır. Gerçeklerden kaçmak hatta gerçekleri yüzümüze vuranlara bir tokat savurmak her zaman için gerçeği arama cesaretinden daha kolaydır.
They Live filmi sadece sistem eleştiri yapan bir bilim kurgu filmi değildir. İnsanın inançlarıyla nasıl oynandığını, bir futbol takımına taraftar toplar gibi insanları nasıl toplayıp köle yapıldığını ve hayatlarının satılığa çıkarıldığını gösteren, insanlara kendi gerçekliğini, inandığı bütün doğruları bir bir sorgulatan olağanüstü bir filmdir. Sorgulamanın baş yapıtıdır adeta. Sorgulatan ve sonra insanı ortada bırakan değil, çıkış yolu da gösteren bir filmdir. İster siyahi olun ister beyaz, ister zengin olun, ister fakir. Hepimiz kandırılıyoruz ve çok büyük bir oyunun piyonlarıyız. Filmdeki büyük eleştirilere neden olan çok uzun dövüş sahnesini ise şöyle yorumlayabiliriz. İnsanlara gerçeği öğretmek ve bildiği doğruların yanlış olduğunu göstermek o kadar kolay değildir. Cesaret gerektirir. Gerekirse bir yumruk atıp onları silkelemek gerekir. Hatta yeri gelirse kendi yüzüne bir yumruk yemek dahi gerektirir. Çünkü insanlığı bu bataktan kurtarmak için insanın insana ihtiyacı vardır.
7.Sadece Uyu, Çalış, Tüket, Evlen, Çoğal ve Öl!
Sistem bizi bireyselleştirdiği için vaatler ve rüyalarla kandırabilmektedir. Bilinçlenirsek ve farkında olmayı başarabilirsek işte o zaman sistemin getirdiklerine karşı doğru kararlar verebiliriz.
‘’Aptallık insanların kendi tercihidir.’’ Bir tiyatro oyununu izlemek veya kitap okuyup kendini geliştirmek yerine insanlar kendi istekleriyle her akşam üç saatlik diziler izlerler. Ancak vahşi kapitalizmin kol gezdiği, insanların bütün gün deliler gibi çalıştırılıp, yorulduğu ve köleleştirildiği bir toplumda, yaşam mücadelesinin çok acı bir şekilde hissedildiği ülkemizde bazı egemen güçler ve medya patronlarının aynı They Live filmindeki uzaylılar gibi olduğu çok açık değil midir? They Live filmi gibi her yerin inşaatlar ile dolduğu ve işsizliğin kol gezdiği toplumda insanlar ucuza hoşça vakit geçirmek için televizyon başlarına dolmaktan başka bir çare görmekte midir? Kitaplar ve sinema ucuz diyebilirsiniz. Ancak insan karnının gurultusu devam ederken karşılaştığı bir sanat eserine, kitaba veya tiyatroya kafasını verebilecek enerjiyi bulabilecek midir? Bize hakikati biraz olsun anlatabilecek olan sanattan da işte bu yüzden uzaklaşıyoruz her geçen gün. Sanat zengin bir zümrenin tadabildiği bir şeye dönüşmeye devam ettikçe ve insanlar bu yaşam sıkıntısı döngüsünden kurtulamadıkça sanırım hakikati görmemiz ve bu uzaylılardan kurtulmamız çok zor. İşte bu yüzden ülkedeki herkes biraz daha kutuplaşıyor, her geçen gün doğru sandığı şeylere ellerinde son kalan putları olarak görüyor ve Platon’un mağarasının kapısı her geçen gün biraz daha kapanıyor ve karanlıklaşıyoruz!
Bizi takip etmeyi unutmayın.
harika bir yazı
lütfen daha çok makale yayınlayın