After Hours: Boş Zaman Krizleri
Boş zaman krizleri ve beyaz yakalı robotlaşma sendromu günümüz kapitalist dünyasının getirdiklerindendir. Martin Scorsese gibi efsanevi bir yönetmenin küllerinden yeniden doğuşunu simgeleyen After Hours film içerisinde çökmekte olan bir kenti ve o kentin başıboş kalmış insanlarını konu edinmektedir. Martin Scorsese filmleri içerisinde özel bir yeri ve kendine has bir fan kitlesi olan bu film sistem eleştirisi filmler içerisinde de kült film olabilmeyi başarmış bir şaheserdir. Bu yazımızda bir film incelemesi yapmanın yanı sıra 80’lerin Amerikan Kültürü ve sosyopolitik durumunu ele alacağız. Başrolünde Griffin Dunne mükemmel performasının yanı sıra kara komedi film türünün eşsiz bir başyapıtını incelemiş olacağız. Kafkaesk film incelemesi sizleri bekliyor!
- Çekildiği Dönemin Sosyo-Ekonomik Durumu
Film New York’ta geçmektedir. New York kenti ise her ne kadar günümüzde cazibenin, lüks ve elitliğin bir simgesi olan marka bir şehir olsa da 70’lerden başlayıp 90’ların sonuna kadar hissedilen bir çöküş ve bunalım dönemini yaşamıştır. Film o dönemin getirdiği ruhsal ve psikolojik yansımaları kendisine atmosfer olarak edinmiş ve estetik olarak bu temel üzerine kurulmuştur. 1970’de New York halkının bankaların esiri duruma gelmesi ve şehrin bankaların güdümünde olmasından dolayı belediye hizmetleri tam olarak işleyemez hale gelmiş, aynı zamanda orta sınıf vatandaşların şehirden kaçarak daha ucuz kentlere göç etmesine neden olmuştur. Hırsızlık olayları artmış, sokaklar ıssızlaşmış, suç oranları büyük artış göstermiş, insanların birbirlerine güvenleri kalmamıştır. Özellikle emlak düşkünlüğü furyası nedeniyle zengin olanların daha çok zenginleştiği, dar gelirli olan kesimin ise daha çok fakirleştiği bir dönem olmuştur. Gençler arasında Punk Rock kültürü hız kazanırken, New York köhne, kirli ve karanlık bir metropol haline gelmiştir. Amerikan Kültürü çökmek üzeredir. 70’li yılların ekonomik krizinden önce Amerika’nın ve dünyanın en zengin şehriydi. Sınır ötesinden en fazla göç alan durak olarak çeşitli etnik kökenden göçmenlere ev sahipliği yapan bir metropol olarak karşımıza çıkan New York, özellikle Post Fordizm olarak adlandırılan emek sermaye ilişkisinin bir simülasyona dönüştüğü çağımızın yan etkilerini ilk hisseden şehirlerden birisi olmuştur. Sürekli yükselen enflasyon ve alım gücünün azalması, insanların verdikleri emek karşısında hayalini kurduğu şehvet ve eğlenceyi tam olarak elde edememesi büyük yıkımlara gebe bir ortam yaratıyordu.
New York’un bu kötü gidişi, dönemin ünlü müteahhiti ve yıllar sonra Amerika’nın başkanı da olacak olan Donald Trump’ın lüks otel ve gökdelen projeleri ile şehri tekrar bir cazibe merkezi haline getirmiş ve 90’lı yıllardan başlayarak günümüze kadar sürecek olan bir turistik marka kent haline tekrar dönmesini sağlamıştır. Bu sayede şehrin gelirleri yükselişe geçmiş, belediyecilik hizmetleri düzene oturmuş ve şehrin ekonomisi tekrar bir istikrar kazanmıştır. Ancak 70 ve 90 arasında New York’un yaşadığı bu bunalım hali toplumun üzerinde psikolojik etkiler bırakmış ve bu etkiler bazı filmlere konu olmuştur.
Film İncelemesi
After Hours Film hikayesi büyük bir ofiste hızlı bir dolly-in hareketi ile ana karakterimiz bilgi işlemci Paul Hackett’a doğru odaklanır. İşe yeni giren bir çalışana kod girmeyi öğreten Paul, teşekkür yerine elemanın hayallerini dinlemeye başlar. Eleman aslında dergi çıkartmak ve yayıncı olma hayali olan birisidir. Filmin içerisinde sık sık karşılaşacağımız gibi insanlar genelde istemedikleri işleri yapmaktadırlar. Oyuncu olmak isteyen bir kasiyer, ressam olmak isteyen bir garson ve dergici olmak isteyen bir bilgi işlemci bunların örnekleridir. Herkes yaşanılan gerçeklikten tatmin değildir. Sanat veya medya dünyasında olmak istemektedir. Televizyon ve şov dünyasının getirdiği cazibe tüm insanları etkisi altına almıştır.
Ana karakterimiz Paul’de monoton bir hayata sahiptir. İş yerinden çıkarken büyük demir kapılar arasında dar bir çerçeve içerisinde gösterilen Paul’ün yaşamı hakkında bize bir bilgi vermektedir. Akşamları televizyon kanalları arasında zap yapan Paul’ün başka bir eğlencesi yok gibidir. Yemek yemek için bir cafede oturup Henry Miller’ın ‘’Yengeç Dönencesi’’ kitabını okurken raslantı sonucu hoş bir kadın olan Marcy ile tanışır. Keşfedilmeyi bekleyen kasiyer üstüne bir sohbet ve yakınlaşma sonucu telefon numarasını alır. Ayrıca kitapta geçen hicivler üzerine konuşmaları ve Paul’un en sevdiğim kitap diye bahsetmesi aslında onunda sistemle alakalı problemleri olduğunu bizlere göstermektedir.
Marcy’nin arkadaşı bir heykeltraştır ve New York’ta sanatçıların oturduğu SoHo bölgesinde oturmaktadır. Heykeltraş olan arkadaşı alçıdan krem peynirli çörekler yapıp satmaktadır. Bu alçıdan krem peynirli çörekler bize Baudrillard’ın da bahsettiği kavramların içinin boşaltılması ve anlamsızlığın bir anlam durumuna gelmesine örnek olarak görünebilir. Şehrin ve toplumun yaşadığı bu kaos, sanatçılar tarafından yansıtılamamaktadır. İnsanlar bu boşluk içerisinde tam bir arayış içerisindeyken, sanatçılar yön gösterici olamamaktadır. Paul, monoton giden hayatında bir macera yaşamak ve hızlı bir cinsellik için Marcy’nin evine doğru yola çıkar. Saat 12’ye geliyordur ve masallardan alışık olduğumuz gece yarısı alt metni bizlere gösterilir. İşte zamanla Kült Film kategorisinde yerini alacak olan filmin asıl hikayesi başlıyordur.
After Hours Film bu geçiş kısmı bir taksi ve taksicinin anormal hızda arabayı kullanması ile başlar. Paul’ün talihsizlik serüveni ve macerası başlamaktadır. Bu ilk acayiplik, taksicinin Paul’ü hiç bir şekilde duymaması, son 20 dolarının taksi penceresinden uçup gitmesi bizleri adeta Alacakaranlık Kuşağı’ndaki gibi bir etkiye sokmaktadır. Issız ve boş New York sokakları, başına buyruk bir taksici, bozuk kapılar ve yabancı bir yere girerken sürekli anahtarların yakın planları bizde tekinsiz bir izlenim yaratmaktadır. Marcy’nin arkadaşı Kiki, Paul’e kapı açılmadığı için yukarıdan bir anahtar fırlatır. Anahtara yapılan yakın planlar metaforik olarak fantastik ve yeni bir dünyanın ön sunumu gibidir.
Kiki’nin gazete kağıtlarından yaptığı çığlık atan bir adam heykeli üzerinden Edward Munch’ın ‘’Çığlık’’ resmine bir gönderme yapılır. Aslında burada Marcuse’nin ‘’Tek Tipleşen İnsan’’ kavramı ve Baudrillard’ın ‘’Duyarsızlaşan Birey’’ kavramları üzerine bir gönderme olarak düşünülebilir. Çünkü gazete parçalarında cinayetler ve suçlar ile ilgili haberler vardır. Ancak onları kimse okumamaktadır. Çünkü artık metropol insanı kendi kişisel hazları peşinde koşan, arzularının esiri olmuş bireylerdir. Kiki ise yarı çıplak bir şekilde takılan, anarşist bir punk imajı çizmeye çalışmaktadır. Kara filmlerin baş öğelerinden olan Femma Fatale kadın göstergesi, kara komedi tarzda olan bu filmimizde Kiki üzerinde belirmektedir. Sigarayı içiş tarzı, rahat tavırları ve seksi vücudu ile Paul’ü biraz daha günaha teşvik eden bir konumdadır. Paul ise Marcy’nin henüz ortada olmaması durumunu değerlendirmek istercesine Kiki’ye de yaklaşmaya çalışır ve ona masaj yapar. Tam bu sırada Paul’un üstünün kirlenmesi nedeniyle Kiki, ona yeni bir gömlek verir. Paul, beyaz gömleğinden yani metaforik olarak temizliği, saflığı, masumluğu ve sıradanlığı temsil eden beyaz renkli çıkarak, siyah bir gömleğin içine girer. Yani artık yeni bir görünüm kazanmıştır. Kiki’ye masaj yaparken anlattığı anlamsız ve saçma çocukluk hikayesi aslında Paul’ün ikili ilişkilerde zayıf ve tecrübesiz olduğunu gösterir. Aslında insanlarla kolay kolay iletişim kuramayan bir kişidir. Bu durumda yine metropol insanının iletişimsizlik problemi ile kendi içine kapanması durumunu simgeler. Kiki hikayeyi dinlerken uyuyup kalmıştır.
Ardından Marcy eve gelir. Odaya geçerler. Paul, Marcy’den tedirgin olur ve nevrotik hareketleri onu korkutmaya başlar ama Marcy’nin sürekli olarak sevişeceklerini ima etmesi üzerine Paul bu hızlı seks macerasına devam etmeye çalışır. Aslında film sürekli bir rüya ve bilinçaltı yansımaları şeklinde fantastik olarak ilerlemektedir. Marcy duştayken Paul’ün karşı binada bir pencereyi dikizler. Sevişen bir çifti izler. Paul’ün bu röntgenci durumu Hitchcockvari bir gönderme olarak okunabilir. Paul’ün sürekli olarak bastırdığı cinsel istek ve haz düşkünlüğünün bir yansımasıdır. Ancak Marcy’nin nevrotik hareketleri ve tüm vücudunun yanıklar içerisinde olması ihtimali Paul’ü giriştiği bu macerasında sürekli olarak dikkatini çelmekte ve tedirgin etmektedir. Marcy’nin duştan çıkınca ilk olarak pencereyi kapatması imgesel olarak dışarıdaki tehlikelere karşı bir önlem olarak okunabilir. Ardından Marcy’nin uğradığı tecavüz hikayesini anlatması ile bu anlam iyice pekişir. New York, suç oranının arttığı, tecavüzlerin, uyuşturucunun ve hırsızlıkların kol gezdiği bir şehirdir. Paul her şeye rağmen Marcy’ye yanaşır ve öpmeye çalışır. Ama Marcy sürekli kendini geri çekmektedir. After Hours, yani mesai saatinden sonraki saatler içerisinde geçen bu hikayede Paul aslında şehvet düşkünlüğünün cezasını çekecektir. Küçük bir kaçamak ve monoton döngüsünü kırma çabası Paul’e ağıra mal olacaktır. Birlikte dışarı çıkmaya karar verirler. Çıkmadan önce Paul, takside kaybettiği 20 doları Kiki’nin heykeli üzerine yapışmış bir şekilde görür. Bu da yine tüm filmin Paul’ün bir rüyası olduğu ve bilinçaltının bir yansıması olarak gösterilebilir. Martin Scorsese Filmleri genellikle bu tip imgeler ile doludur. After Hours Film ise bu imgelerin çokça barındırmaktadır.
Oturdukları restorantta Marcy tecavüze uğradığı kişiyi anlatırken, aslında bu kişinin kocası olduğunu söyler. Bu ilginç durum yine dönemin yapısı ile ilgili bir göstergedir. Aile yapısının bozulması, karı koca ilişkilerinin yozlaşması ve kadınların kocaları tarafından tecavüze uğraması gibi ilginç durumlara gönderme yapmaktadır. Ekonomik çöküntü tüm ahlaki düzeni yerle bir etmiştir. Marcy kocasından bahsederken ‘’Oz Büyücüsü’’ filmine gönderme yapılır. Bu gönderme ile bir rüya içerisinde geçen ‘’Oz Büyücüsü’’ filmi ve Paul’ün tüm film boyunca rüyada olduğu çıkarımı ile sıkı bir bağ kurmuş olur ve tezimizi güçlendiririz. Marcy’nin kocasının sıkı bir ‘’Oz Büyücüsü’’ fanı olması ve boşalırken bile ‘’Teslim ol Dorothy’’ diye bağırması, filmin içerisindeki Cadı’nın bir repliğidir. Tecavüzcü olan kocası aslında tam bir sübyancı ve sapıktır. Kocasının bastırdığı bu cinsel fantezisi dönemin ataerkil yapısı ve metropol erkeğinin psikolojik nevrozlarına bir göndermedir. Tam o sırada cafe sahibinin hesabı almaması ve ‘’Bu saatte farklı kurallar geçerlidir. Mesai saatinin dışında gibi.’’ repliğini söylemesi, aslında şehrin gündüz farklı bir silüette gece ise farklı bir görünümde olduğunu kanıtlar niteliktedir. Eve döndüklerinde Paul gevşemek için Marcy’nin önerdiği otu içmeyi teklif eder. İçtiklerinde ise Paul, bunun ot olmadığını söyler. Metropol insanı rahatlamak için illegal yollara başvurur olmuş ve bu durum normal bir hale gelmiştir. Ancak bu konularda tecrübesiz olan metropol insanı torbacılar tarafından bile kandırılacak kadar aciz bir durumdadır. Paul’ün gerginliği iyice artmıştır ve Marcy’nin yanından gizlice kaçar.
Metroya gelen Paul, şiddetli yağan yağmurun etkisiyle iyice ıslanmıştır. Ancak metro için jeton alamaz. Jetona bir anda gece yarısından sonra zam gelmiştir. Bu durumda yine ekonomik kriz ve enflasyona yapılan bir göndermedir. 90 cent olan jeton bir anda 1.5 dolar olmuştur. Ancak Paul’ün sadece 97 centi vardır. Jeton satıcısı ise yağan yağmura rağmen anlayışsız bir şekilde, işini kaybetme korkusu ile Paul’e yardım etmez. Şehirde kimse kimseye güvenmemekte ve insafsız bir hale gelmektedir. Paul yağmur altında şehrin sokaklarında dolaşırken bir anda açık bir bar görür ve bara girer.
Barda çalışan garson kız sipariş vermeden oturmasına izin verir. Ancak biraz sonra kızın Paul’e yazdığı notta ‘’İmdat! Bu işten nefret ediyorum!’’ yazmaktadır. Paul tam sığınacak bir yer bulduğunu zannederken yine ilginç bir ortama düşmüştür. Tuvalette aynanın kenarında bir çizim dikkatini çeker. Çizimde penisi köpek balığı tarafından yenilen bir adam vardır. Bu çizim tam da Paul’ün gecesini resmetmektedir. Arzusunun peşinden günaha sürüklenen Paul, adeta fantastik bir gece ile cezalandırılmaktadır. Bar sahibi Paul’e metro için jeton parasını vermeyi teklif eder. Ancak Paul’ün talihsizlik serüveni yine devam etmektedir ve kasa açılmaz. Kasanın anahtarı barmenin evindedir. Paul anahtarı alıp gelebileceğini söyler. Barmen evinin anahtarını vermek konusunda en başta Paul’e güvenmez. Çünkü mahallede hırsızlık olayları artmıştır. Paul’de kendi evinin anahtarlarını adama verir. Sürekli dönüp dolaşan anahtar imgesi yine karşımıza çıkmaktadır. Bu yeni anahtar ile Paul, yine bir maceraya dalmak üzeredir. Barmenin anahtarlığı kuru kafa şeklindedir. Yönetmen bu anahtarlığı yakın plan ile göstererek bizlere bir şeyleri imgeleştirir. Kuru kafa, ölümü simgeler. Bu yeni macera Paul’ün içinden çıkamayacağı bir sona giden yolu temsil etmektedir.
Barmenin evine gelen Paul, tuvalette sifonu çeker ve tuvalet taşar. Taşan tuvalet artık patlama noktasına gelmiş olan Paul’ün psikolojisini temsil etmektedir. Üstelik Barmenin komşuları Paul’ü sıkıştırır ve onu hırsız olmakla suçlarlar. Ancak Paul, hırsız olmadığını kanıtlayarak bu durumdan kurtulur. Tam sokağa çıktığı sırada Kiki’nin heykeli ve bir televizyonu sırtlamış minibüse bindirmeye çalışan iki kişiyi görür. Hırsız olduklarını düşünür ve onları kovalar. Kiki’nin heykelini sırtlayıp tekrar Marcy’nin dairesine gider. Kiki’yi ağzı ve elleri bağlanmış bir şekilde bulur. Hırsızların onları esir aldığını düşünür. Ama yanılır. Bu durum Kiki’nin seks fantezisinden başka bir şey değildir. Kiki’nin temsil ettiği karakter yani dönemin punk akımı taraftarları aslında film içerisinde her şeyi eğlence aracına dönüştüren ve kültürel olarak arada kalmış bir kitle olarak resmedilmektedir. Paul’ün hırsız sandığı kişiler gerçekten de hırsızdır. Fakat Kiki’nin arkadaşlarıdır ve heykeli satın almışlardır. Sanat ve televizyon, aynı anda satın alınabilen bir şey gibi gösterilmiştir. Bu arada Neil ve Pepe tiplerinden ve konuşmalarından dolayı göçmen hatta Hispanik olarak teşhis ettiğimiz karakterlerdir. New York kendi yerlilerini kaybetmesi ile birlikte göçmenlerin ve illegal insanların ellerine kalmış bir şehir olarak gösterilir. Özellikle Neil ve Pepe’nin taktığı şapka, Che Guevara’nın şapkasına benzemekte ve bu da bizlere bir komünizm göndermesi olarak yansımaktadır. Sistemin işlevini kaybettiği, toplum inşasının zayıfladığı bir yerde New York adeta komünistler ve yabancı kültürlerin işgali altındadır. After Hours Film boyunca bu durum vurgulanır.
Paul ise Marcy’den özür dilemek için odasına gider. Ancak Marcy intihar etmiş ve ölmüştür. Bunun üzerine tüm gece kafasını kemirip duran Marcy’nin çıplak bedeni ve yanıklarını incelemeye başlar. Fakat Marcy’nin vücudunda hiçbir yara izi yoktur. Yara izi olduğunu düşündüğü bacak arasında ise Barmen’in Paul’e verdiği anahtarlıktaki kuru kafa dövmesi bulunmaktadır. Paul iyice delirme noktasına gelir. Odadan çıkmaya çalışır ve kapı açılmaz. Kapıyı kırar, polisi arar ve evden hızla çıkar. Tekrar yağmurlu New York sokaklarındadır. After Hours Film için gerilim henüz bitmemiştir.
Sokakta yürürken barda çalışan garson kadına denk gelir. Garson kadın işi bıraktığını söyler. Barın kapalı olduğunu gören Paul, çaresizce garson kadın Julie’nin evine gitmek zorunda kalır. Julie, aslında ressam olmak isteyen ama kötü ekonomik şartlar nedeniyle hem garsonluk hem de fotokopicide çalışmak zorunda olan orta yaşlı ve mutsuz birisidir. Bu mutsuzluğu onu dengesiz ve ani sinirsel patlamalar yaşayan histerik bir kişiye dönüştürmüştür. Paul ile flört etmeye çalışır ama Paul Marcy’nin ölümü nedeniyle kendini suçlamaktadır. Bu arada filmin başından beri sürekli olarak karşımıza çıkan sarı renk, Julie ile daha fazla göz önüne gelir haldedir. Sarı taksi, sarışın Marcy, sarı bar tabelası, sarı perdeler ve sarı elbiseli Julie yönetmen tarafından özellikle tercih edildiği açıkça görülmektedir. Sarı rengin uyarıcı özelliği ve alt anlamları film boyunca uyarı ve tehlike ile özdeşleşmiş bir şekilde sunulmaktadır After Hours Film boyunca. Paul her sarı renk ile karşılaştığında işler daha karmaşık hale gelmiş ve içinden çıkılmaz bir duruma sürüklenmiştir. Julie’de bu rengin yoğun olarak bulunması, bu karakterin Paul’ün başına büyük işler açacağını önceden bizlere haber vermektedir.
Bar tekrar açılır. Paul anahtarları vermek için tekrar bara gider. Barmen, Paul’ün hırsız olduğundan korktuğu için barı kapatıp evini kontrole gittiğini söyler. İnsanların güvensizliği bir kez daha vurgulanır. Aynı zamanda planın hemen solunda öpüşen iki gay çift vardır. Amerika gibi muhafazakar ve dindar bir toplum için bu durum ahlak dışıdır. Tanrıya olan bağlılıklarını doların üzerine bile işleyen koyu Hristiyan Amerika Kültürü, toplumun yozlaşması, suçun artması ve Hristiyan ahlaki kurallarını kaybetme ile karşı karşıyadır. Bu temalar After Hours Filmin çatısını oluşturmaktadır. O sırada telefon çalar ve Barmen kız arkadaşının intihar ettiğini öğrenir. Kız arkadaşı Marcy’dir. Bu kadar talihsizliği bir gecede üst üste yaşayan Paul, artık delirme noktasına gelir. Tüm gece boyunca ona tek iyilik yapan kişinin sevgilisi yani Marcy, Paul yüzünden intihar etmiştir. Şehvet, haz ve arzularının peşinden kapılıp giden Paul birkez daha cezalandırılmaktadır. Paul oradan da hızlıca kaçar. Julie’nin yanına gelir. Julie Paul’e sözünde durduğu için geri dönme sözünü tutmasından kaynaklı ‘’Bugünlerde övgüye değer bir şey ve bu ödüllendirilmeli.’’ diyerek, Paul’e alçıdan krem peynirli çörek hediye etmek ister. Bu Kiki’nin yaptığı sanat eseridir.
Aslında alçıdan krem peynirli çörek imgesi, Paul için bir nevi vajina anlamına gelebilir. O küçük, yuvarlak, alçı çörekler bahanesiyle evinden çıkmıştır. Ama altında yatan hızlı seks arayışıdır. Julie’nin yine bir rastlantı eseri bu çöreği uzatması, Paul’ü iyice sinir krizinin eşiğine getirir. Tam o esnada kapana sıkışan bir farenin görünmesi Paul ve psikolojisi ile ilgili bir göstergedir. Ayrıca filmin Paul’ün rüyası olması durumunu da iyice güçlendirmektedir. Sarı renkler, kuru kafa imgeleri, anahtarlar, alçı çörekler ve yağmurlu sokakların sürekli olarak tekrarlanması bilinçaltından sürekli olarak çıkan nesneler olarak okunabilir. Paul hemen evden çıkmak için Julie’ye bahaneler uydurur. Julie, telefon numarasını verirken eksik ve sıralı numaraları söyler. Gerçek bir telefon numarası değil gibidir. Julie kandırıldığını düşünür ve öcünü alacağını söyler.
Paul, bara tekrar gider. Bar yine kapalıdır. Barmen’in evine gider. Evde yoktur. Binadan çıkarken barmenin komşuları Paul’ü hırsız zanneder ve kovalamaya başlarlar. Marcy ile akşam oturdukları cafeye tuvalet için girer. Ancak akşam nazikçe davranan adam, Paul’e çok kaba davranır. İnsanların ruhsal durumlarındaki gitgel, filmi izleyen izleyici açısından da gerici bir unsur olarak yansımaktadır. Sistem Eleştirisi Filmler içerisinde belki de gerilimi en iyi işleyen filmlerden birisidir After Hours Film.
Kiki’yi bulup olanları anlatmak umuduyla Club Berlin isimli Mohikan Parti yapılan bara giden Paul, kapıda koruma engeliyle karşılaşır. Bu barın isminin Berlin olması aslında görüntü yönetmeni Michael Ballhaus ve Scorsese’nin ortak çalışmasının bir ürünüdür. Scorsese bir önceki filmi dini otoriteler tarafından onay almayınca kariyerini kurtarmak için hızlı ve ucuz bir film ile kendi kalitesini kanıtlama niyetine girer. Daha önceden Fassbinder ile çalışan ve hızlı çekimlere alışık olan görüntü yönetmeni Ballhaus’u ekibe katar ve mükemmel bir kariyer sıçraması yaşar. Club Berlin ismi ise hem Ballhaus’a jest olarak verilmiş hem de o sıralarda Berlin’i ikiye ayıran Berlin Duvarı üzerinden bir gönderme olarak düşünülmüştür. New York şehri ahlak ve ahlaksızlık, gece ve gündüz ayrı işleyen kurallar çerçevesinde ayrışmanın eşiğindedir. Martin Scorsese ise After Hours Film içindeki bu sahnesinde barda yukarıdan elindeki fener ile etrafa ışık tutmaktadır. Yani toplumsal sorunlara, sosyo-ekonomik ve kültürel yozlaşmaya parmak basmaktadır.
Barın kapısındaki görevli tarafından hem aşağılanır hem rüşvet olarak elindeki parası çalınır hem de zorla kafasındaki saç kazınmaya çalışır. Bu şehri sarıp sarmalayan alt kültürün Paul’ü zorla kendine benzetmesi olarak yorumlanabilir. Paul, buradan kaçarken ‘’Tanrım ne yaptılar bana! Silah alacağım.’’ diye bir replik söyler. Bu replik bizlere çıkmaza giren toplumun kendini koruması için anarşiye sarılacağını imgelemektedir.
Paul Kiki’nin evine döner. Heykeldeki 20 doları alır. Hemen sokağa çıkar. Bir taksi durdurur. Tam bu macera dolu gecenin sonuna geldiğimizi ve mutlu bir sona kavuşacağımızı düşündüğümüz anda yine sarı renk imgesi karşımıza çıkar. Sarı taksi ve sarışın ve sarı kazaklı bir kadın! Sarışın kadın taksiden inerken Paul’ün kolunu yaralar. Sarı taksi ise Paul’ün gece başında bindiği taksidir. Taksici Paul’ün parası alıp kaçar ve Paul yine çaresizce başka bir maceraya doğru sürüklenir. Bu kez yine mutsuz bir çalışan kadın karşımızdadır. İletişim problemi yüksektir. Paul ne derse desin, filmdeki diğer karakterler gibi dinlememekte ve kendi kafasındakini söylemeye devam etmektedir. Kendi işinden, mutsuz hayatından ve dondurma arabasından bahseder. Paul her ne kadar berbat bir gece geçirdiğinden, sinir krizinin eşiğinde olduğundan bahsetse de kadın onu duymuyor gibidir. Paul’ün koluna yapışan gazete kağıdındaki haberi okur. Haber Soho bölgesinde dövülerek öldürülen bir adamın haberidir. Bu haber seyirci olarak Paul’ün sonunu haber veriyor olarak algılanabilir. Filmin finali için merak unsurunu iyice arttırmaktadır. Kadın Paul’e yardım edeceğini ve onu dondurma minibüsü ile evine bırakcağını söyler. Yine Paul’ün artık huzura kavuşacağını düşündüğümüz sırada, direğe asılı sarı renkte bir afiş kadını durdurur.
- Sarı Renkli Belalar
After Hours Film içinde yine sarı renkli bir imge ve yine Paul için çalan tehlike sinyalleri bizleri karşılar. Sarı afişte Paul’ün Julie tarafından yapılan bir çizimi ve ‘’Hırsızı durdurun!’’ yazısı yazmaktadır. Hırsızı arayan tüm mahalle sakinleri adeta zombivari bir şekilde Paul’ün peşine düşer. Paul çaresizce kaçmaya başlar. Issız New York sokaklarında bir yangın merdivenine saklanır. Tam o sırada karşı apartmanda bir çift kavga etmektedir ve en sonunda kadın adamı öldürür. Artık New York’a tam bir kaos hakimdir. Evlerde cinayetler olmakta, sokakta hırsız çeteleri kol gezerken, suçsuz insanlar gözü dönmüş mahalle sakinleri tarafından kovalanmaktadır. Herkes kendi kuralına göre yaşamaktadır. Sokakta yardım istediği ilginç ve gizemli bir adamın evine gider. Polisi arar ve hayatının tehlikede olduğunu söyler. Polis ise dalga geçerek telefonu Paul’ün yüzüne kapatır. Burası aslında filmin tam olarak anlam kazandığı yerdir. Sığınabileceği tek yer olan devlet ve sistemin güvenlik kuvvetleri görevlerini yerine getirmediği için tüm şehir kendi kuralına göre yaşayan bir çöplüğe dönüşmüştür. Paul artık tükenmek üzeredir. Evinde olduğu adamda aynı filmdeki diğer karakterler gibi psikolojik bir boşluk sonucu arayışta olan ve Paul’le ilk kez eşcinsel bir deneyim yaşayacağı düşüncesine kapılarak histerik tepkiler veren bir karakterdir. Adam Paul’e ‘’Neden evine gitmiyorsun?’’ diye sorar. Paul ise ‘’Bende bütün gece kendime bu soruyu soruyorum!’’ diye karşılık verir. Korku ve gerilim film janrlarında alışık olduğumuz sistem ve toplumdan uzaklaşmanın bin türlü belaya gebe olduğu alt metni bu filmde de bir kez daha vurgulanmıştır. Mesai sonrası evinde oturup televizyon izlemeye devam etmeyen Paul, adeta tanrısal bir güç tarafından cezalandırılmaktadır. Sistemin çizdiği çizginin dışına çıkıp, günaha daveti kabul eden Paul, Post-Fordizm’in getirdiği standartın dışına çıktığı için dinlenme zamanlarını heba etmiştir. Adorno ‘’Boş Zaman Yanılsaması’’ kavramı ileçalışan bireylerin mesai saatleri dışındaki zamanı yine sistemin şekillendirmesi ve iyi bir tüketici olması için kişinin hazlarının kontrol altında tutulmasından bahseder.Bu kontrol, televizyon, sinema ve şovlar ile gerçekleştirilir. Ancak gelir dengesinin bozulması, enflasyon ve hayat pahalılığı inşa edilen toplumun dengelerini bozmakta ve sistem dışı arayışlara açık hale getirmektedir. Bu filmdeki Paul karakteri tam olarak bozulan ekonomi ve monotonlaşan hayatın doğurduğu sonuçlar karşısında televizyon dışında bir eğlence arayan bir adam olarak karşımıza çıkar. Ancak izlediğimiz film bir Amerikan filmidir ve farklı arayış içerisinde olan Paul’ün cezalandırılması ile seyirciye bir ahlaki ders verilir. Konfor alanını terk eden karakterin bir gecede cinayetlere, intiharlara, illegal işlere, hırsızlıklara, ahlaksızlıklara ve hatta canını tehlikeye atacak durumlarla karşılaşabileceği mesajı verilir. İnsanlar iki yüzlüdür ve filmin başından beri Paul’e tek yardımı yapacak olan barmen bile Paul’ü gambazlar. Paul kaçmaya devam eder. Yine Club Berlin’e gelir.
Aynı bodyguard bu kez bambaşka bir adam gibi davranmaktadır. Paul’ü hemen içeri alır. Bu kez bar bomboştur. Sadece yaşlı bir kadın vardır. Yaşlılar filmlerde genellikle geçmiş toplumu temsil ederler. Paul kadına adeta sığınır. Ancak yaşlı kadında sarışındır. Paul peşindekilerden kaçmak için yardım ister. Anne şefkati arayışındadır. Kadının omzuna yatar. Onu aşağıya davet eder. Aşağı davet etmesi metaforik olarak kadının Paul’ü kendi mağarasına çekme olarak okunabilir. Mağara bir karakterin yeni bir şekil alacağı güçleneceği bir yer olarak imgelenir. Kadın ise onu korumak için kamufle etmeleri gerektiğini söyler ve Paul’ü aynı Kiki’nin ki gibi kağıttan bir heykel şeklinde kaplamaya başlar. Alt kat eski demode eşyalar ve antikalar ile doludur. Bu eşyalar kadının çürümeye yüz tutmuş karakteri ile ilgili bilgeler vermektedir. Eski nesilin istifçilik anlayışı ve yeniye ayak uyduramaması kadın üzerinden simgeleştirilir. Paul’ü arayan mahalleli bütün barı aradıktan sonra bulamayınca çıkar. Tehlike geçmiş gibidir. Paul yaşlı kadından kendisini o heykelin içinden çıkarmasını söyler. Ama aslında kadında delirmiş bir vaziyettedir. Paul’ü böyle daha çok güvendesin diyerek heykelin içine hapseder. En sonunda susması için ağzınıda kağıtla kapatır ve gider.
Paul bodrumda hareketsiz bir şekilde kalır. Ardından hırsızlar girer ve sanat eseri sandıkları Paul’ü çalarlar. Hırsızlardan birisi ‘’Sanat çirkinmiş.’’ der. Ancak diğeri ‘’Sanat çirkinleştikçe değerlendir.’’ diyerek yönetmen tarafından kavramsal sanat eleştirisi olarak yorumlanabilir. Artık sabah olmak üzeredir. Hırsızların minibüsü New York’un bir ucundan diğer ucuna hızla giderler. Paul’ün tüm gece klostrofobisi haline gelen Soho’dan ancak bir sanat eserine dönüştüğünde kurtulmayı başarır. Adeta Kafkaesk bir dönüşüm yaşamıştır. Tam çalıştığı şirketin önüne geldiğinde minibüsün arka kapısı açılır ve heykele dönüşen Paul yere düşer. Tam da mesai saatinin başladığı zamandır. Heykel parçalanır ve Paul içinden beyazlara bulanmış bir şekilde çıkar. Şirkete gider ve bilgisayara karşısına oturur. Paul filmin sonunda kağıttan bir heykele dönüşerek ofisin önünde Kafkaesk bir sona sürüklenirken ofisin içine geldiğindeki kamera hareketleri ile birlikte ofisin içindeki herkesi yabancılaştıran bir son ile film biter. Kafkaesk Film karakteri kendi dünyasında önemsiz bir bireye dönüşür. Ama bu önemsizlik aslında onun tüm huzurlu yaşamının ta kendisidir. Sıradan, önemsiz ve monoton bir hayatın kutsallığı vurgulanır. Boş Zaman Krizleri filmin omurgasını oluşturmaktadır.
- Filmin İçindeki Nesnelerin Simgesel Anlamları
After Hours Film New York şehrinin genellikle sanatçılar tarafından tercih edilen Soho bölgesinde geçmesi nedeniyle sanat, kültür ve sanatçı üçgeninin getirdiği birçok yorumlama ve simgesel çıkarımlarda bulunmaya açıktır. Özellikle hikayenin fantastik yapısı, renk tercihleri ve nesne kullanımları olarak birçok öğeyi içerisinde barındırmaktadır. Çalışmamızın bu kısmında bu simgeleri semantik çerçeve içerisinde incelemeye çalışacağız.
Anahtarlar: Anahtarlar genellikle yeni açılan bir kapı, yeni bir dünya, yeni bir macerayı simgelemektedirler. Saklı olanın açığa çıkarılması ya da sır olanın kapalı tutulmasının timsali olan anahtar; özgürlük, kurtuluş, otorite, iktidar, yaşam ve ölüm arasındaki farkı ifade ederken, bilgi, sır, başlangıç, merak, yeni yol ve cevaplar, anahtarla beraber, çözülmesi gereken bir gizemi, bilmeceyi ve zor bir görevi de sembolize ederler.
Heykel : Heykel genellikle antik dönemde yaşayan yüce kişilerin şanının devam etmesi için yapılan ama daha sonra bir anlatım aracı olarak da şekil alan bir sanat dalıdır. Özellikle eski çağlarda taşların enerjiyi hapsettiğine, ölen insanların ruhlarını içinde barındırdığına inanılan bir inanç hakimdir. Özellikle putperestliğin uzun yıllar boyunca heykeli kutsallaştırması sonucu heykeller içinde geçtikleri eserlere göre farklı anlamlar barındırmaya açık birer simge haline gelmişlerdir. Özellikle bu filmde gazete kağıtlarından yapılan heykeller ihtişam yerine daha çok toplumun maruz kaldığı haberler karşısında çığlık atan heykeller şeklinde kullanılmıştır.
Gömlek Değişimi: Kıyafetler genel olarak bizim hangi toplumsal sınıfa ait olduğumuzu ya da nasıl bir estetik algıya sahip olduğumuzu belirleyen nesnelerdir. Paul’ün beyaz gömleği, iş hayatındaki monoton ama konforlu hayatını temsil ederken, daha sonra giydiği siyah gömlek onu bambaşka bir insana dönüştürmüştür. After Hours Film boyunca Kafkaesk dönüşümün ilk başlangıcının sinyali Paul’ün gömlek değişimi ile simgelenmiştir.
Ayna: Ayna kişinin kendisi ile başbaşa kaldığı ve Freudyen psikanalitik okumaya göre bilinçaltı ile yüzleştiği yer olarak karşımıza çıkar. Paul ise film boyunca sürekli olarak aynalar karşısında yüzünü yıkar ve kendini sorgular.
Sarı: Sarı özellikle en dikkat çekici renklerden birisi olması nedeniyle uyarıcı bir özelliğe sahiptir. Özellikle sidik ve kimyevi madde gibi atıkların sarı olması insanda bir itici etki yaratmaktadır. Sarı renk günlük hayatımızda dikkat çekmesi için taksilerde, tabelalarda, uyarı levhalarında kullanılmaktadır. Film içerisinde ise Paul’ün başına her tehlike geldiğinde ve yeni bir talihsizliğin içine sürüklendiğinde sarı renk yönetmen tarafından kullanılmıştır. Sarı taksi ile başlayan talihsizlik döngüsü, sarışın kadınlar, sarı elbiseli kadınlar, sarı kazaklı kadınlar, sarı bar tabelası, sarı perdeler, sarı afişler ve sarı bardaklar ile sürüp gitmiştir.
Pencere: Pencere genel olarak dünyaya açılan gözlerimiz ama aynı zamanda da kapattığımızda bizi dışarının tüm pisliği ve tehlikesinden koruyan bir koruma imgesindedirler. Bu filmde Paul sürekli diğer evlerin pencerelerinden içlerini görür. İşlenen cinayetlere veya sevişen çiftlere tanıklık eder. Paul’ün bu röntgenci tavrı başkalarını hayatına duyduğu ilgiden ziyade, başkalarının hayatına maruz kalmak zorunda olması durumudur. Aslında her bir pencere farklı bir hayatı ve o hayatın gizli sırlarını temsil etmektedir. Diğer ilginç film önerilerimize göz atmak isterseniz ”Dengenizi Bozacak 7 Film” başlıklı yazımızı inceleyebilirsiniz.
After Hours Film Fragmanı: https://www.youtube.com/watch?v=OZzb_6LtMjY
Merhabalar, öncelikle After Hours ile alakalı Türkçe ve İngilizce kaynaklar dahil okuduğum en kapsamlı ve en iyi inceleme bundan dolayı teşekkür ederim. Benim söylemek istediğim ya da izlerken fark ettiğim bir ayrıntı mı artık bilmiyorum belki denk gelmiştir ama Paul’un film içerisinde ilişki içerisinde olduğu kadınların saçlarından bahsetmiştiniz, ama benim söylemek istediğim şey etkileşim içinde olduğu kadınların yaşları gençten yaşlıya doğru gittiğini farkettim, burada eğer bir rastlantı değilse bu Paul’un monotonluktan çıkmış yeni hayatının döngüsünü mü ima etmektedir, yani yeni Paul doğdu büyüdü ve sonda da yaşlanıp ölüp en son eski monoton hayatına geri mi döndü. Burada Scorsese günümüz dünyasından izole bir paralel evren yarattığını bahsedebilir miyiz.
Teşekkürler.